Pandemi döneminde depresyon ve anksiyete
Yakın zamanda yayınlanan CDC (Hastalıkları Kontrol Etme ve Önleme Merkezleri) anket verilerine göre, ABD’de kaygı seviyeleri bir yıl öncesine göre ortalama üç kat arttı. Pandemi sırasında çoğumuz sadece kaygı değil aynı zamanda depresyon da yaşıyoruz. Peki anksiyete ve depresyon birbiriyle ilişkili mi?
Anksiyete ve depresyon arasındaki farkı anlamak için, öncelikle her ikisinin de bir duygu olduğunu anlamalıyız. Hollandalı filozof Spinoza’ya göre, “Bize acı veren duygunun net ve kesin bir resmini oluşturduğumuz anda, duygu bize acı vermeyi bırakır”. Duyguların her birini daha iyi anlayabilirsek, duygular nedeniyle ızdırap çekme olasılığımız azalır. Duygulara meydan okumanın yolu da burada yatıyor.
Anksiyete ve depresyon arasındaki farkı anlamak için, her iki duyguda aynı anlama gelen farklı bileşenleri anlamamız gerekir. Bunlar: uyarılma, aktivasyon veya yoğunluktur. Bir duygunun “uyarılma” bileşeni, o duyguyu ne kadar güçlü hissettiğimizle ilgilidir.
“Duygu” kelimesi, Latince “hareket etmek” anlamına gelen motere kelimesinden türemiştir. Yirminci yüzyılın başlarında Freud, duyguların bireyin çevresine nasıl tepki verdiğine dair ipuçları sağladığına inanıyordu. Amsterdam Üniversitesi’nden psikolog Nico Frijda, yarım yüzyıldan daha fazla bir süre sonra, Freud’un görüşüyle tutarlı olarak, duyguların bireyin bir eyleme karşı hazır olma durumundaki değişiklikle bağlantılı olduğunu buldu.
Duyguların fizyoloji ile olan bağlantısını düşündüğümüzde bu açıklama anlam kazanıyor. Kişi çevresinde bir tehdit algıladığında, zihni bir duyguya odaklanır ve olası eylem repertuarı daralır (örneğin öfke duygusuna verilen kavga etme yanıtı veya korku duygusuna verilen kaçma yanıtı gibi) ve bu belirli eylemleri desteklemek için fizyolojik değişiklikler başlar (örn. korku hissedildiğinde kaçmak için önemli kaslara giden kan akışı artar).
Belirli duyguların neden olduğu bir tehdit karşısında belirli eylemlere yönelme eğiliminin hayatta kalma şansımızı artırması, duyguların evrimsel adaptif değerini açıklamaktadır. Psikolog Paul Ekman’a göre kaygı, doğuştan sahip olduğumuz faydalı ve gerekli bir duygudur.
Dolayısıyla her duygu, kişinin harekete geçmesini sağlamak için bir uyarılma veya harekete geçirme bileşeni de içerir. Anksiyete, ne kadar güçlü deneyimlendiğine bağlı olarak, düşük veya yüksek uyarılmışlık yaratan bir duygu olabilir. Çevremizdeki bir tehdidi ne kadar tehlikeli algılarsak, kaygı düzeyimiz de o kadar yüksek olur.
Bilişsel Değerlendirme Süreçleri
Kaygıyı bir duygu olarak anlamak için duyguların nasıl ortaya çıktığını anlamalıyız. Richard Lazarus’un duygu üzerine olan temel araştırmasında belirttiği gibi, çevremizdeki insanları, durumları ve olayları; hedeflerimize, değerlerimize ve ilgi alanlarımıza uygun olup olmadıklarını anlamak için sürekli değerlendiriyoruz. Bu değerlendirmeler ister olumlu ister olumsuz olsun, bir duygunun bizim için değerini belirliyor. Değerlendirmenin sonunda, hedeflerimize veya değerlerimize uygun olduğu sonucuna varırsak olumlu bir duygu yaşıyoruz. Öte yandan, amacımıza veya değerimize bir engel olarak değerlendirirsek öfke, üzüntü veya kaygı gibi olumsuz bir duygu yaşıyoruz. Buna bilişsel değerlendirme diyoruz.
Bilişsel değerlendirmenin birincil ve ikincil değerlendirme şeklinde iki farklı süreci vardır (Lazarus ve Folkman, 1984).
Birincil değerlendirmede stresli durumun bizim için ne anlam ifade ettiği anlaşılmaya çalışırız. Bu aşamada stresli durumu yıkım, kayıp, tehlike ya da meydan okuma şeklinde anlamlandırabiliriz. (Dewe ve Alvin, 1999). Durum veya olay benim için iyi mi yoksa kötü mü? sorusunu sormak birincil değerlendirmedir ve birincil bir duygu üretir.
Bu birincil duyguyu deneyimeldikten sonra, ikincil bir değerlendirme yaparız. Bu sefer “başa çıkmak için iç kaynaklara sahip miyim?” sorusunu sorarız. Bizi etkileyen, olumsuz duyguları harekete geçiren durumla başa çıkma kapasitemizi değerlendiririz.
bilişsel değerlendirme süreçleri ile depresyon ve anksiyete arasındaki ilişki
Hem anksiyete hem de depresyon, birincil değerlendirmeye değil, durumun üstesinden gelip gelemeyeceğimize ilişkin yapılan ikincil değerlendirmeye verilen yanıtlardır. İkincil değerlendirmede deneyimlenen duyguların farklılaştığını görüyoruz.
Anksiyete deneyiminde, tehlikeden kurtulmak ve hayatı tekrar rayına oturtmak için bir şeyler yapabileceğine dair bir inanç vardır. Öte yandan depresyonda böyle bir inanca sahip değiliz. Başka bir deyişle, başa çıkabileceğimiz umudunu yitirdiğimizde depresyona belirir. Umut kalmadığında depresyon yaşanır. Depresyonda hayatı istenilen yöne doğru ilerletebilmek için bir şey yapılamayacağına inanıldığı için, hem dış dünyadan ( iş ve sosyal ilişkiler) hem de iç dünyadan (öz-ilişkiniz) kopukluk yaşanır.
Endişelenmenin nedeni, endişeye neden olan durumu iyileştirmek için yapabilecek bir şeyler olduğuna olan inancın devam etmesidir. Bir bakıma, bazen bilinçaltında, kaderimizi geliştirebileceğimizi düşünürüz. Bu açıdan bakıldığında anksiyete umut verir.
Öyleyse kaygıyı kaçınılması gereken bir duygu olarak algılamaktansa, onu olduğu gibi görebiliriz: kendimizi hayattaki düşük seviyeli ama istenmeyen bir tehditten korumak için olumlu bir enerji/güç kaynağı. Kaygı sadece kontrol edilmediğinde ve yönetilemez hale geldiğinde faydasız ve zararlıdır.
Öte yandan depresyon, uyarılmışlık düzeyi düşük bir duygudur. Çünkü hissedilen tehdidi azaltmaya ve hayatımızı daha iyi bir hale getirmeye yönelik inanç kaybedilmiştir. Yapacak hiçbir şey yoktur.
Sadece, çevremizdeki bir kişi, durum veya olay bizi ilgilendirdiğinde ve bunu yönetmek için yapabileceğimiz bir şey olduğunu hissettiğimizde endişe duyduğumuzu aklımızda tutalım. Durumun kontrolümüz dışında olduğunu hissetsek artık endişe hissetmezdik. Bunun yerine hissedeceğimiz karamsarlık olurdu.
Kabul, Eylem, İstek Adımları
Covid-19 salgını sırasında hali hazırda meydana gelenleri değiştiremeyeceğimizi kabul etmeliyiz (örneğin, virüsün varlığı ve birçok yetkilinin verdiği kötü tepkiler). Ekonomi, politika, sosyal yaşam, psikolojik/ fiziksel sağlık gibi pek çok alanda yaşanan kaygıyı, kabul (zaten gerçekleşmiş olanı), istek (mümkün olduğunu bildiğimiz daha iyi bir dünya yaratmaya yönelik) ve eylem (bugünden başlayarak) adımlarıyla dönüştürebiliriz.
Bu büyük halk sağlığı krizi sırasında kaygımızı daha iyi yönetmek için, anksiyete ve depresyon arasındaki temel farkı içselleştirelim: Depresyon, umuttan vazgeçen anksiyetedir. Zorluklarla başa çıkma kapasitemize olan inancımızdan vazgeçmek yerine, bu gezegeni paylaşan herkes için daha iyi bir toplum oluşturma amacıyla kabul, istek ve eylem adımlarını dengeleyelim.
“How to Be Anxious without Becoming Depressed” adlı yazından alınmıştır.
Anthony Silard, Ph.D., (2020, October 26). How to Be Anxious without Becoming Depressed. Retrieved from https://www.psychologytoday.com/us/blog/the-art-living-free/202010/how-be-anxious-without-becoming-depressed.